avrupahollandaalmanyabelcikafransafetoakpchpmhpiyip
DOLAR
32,3733
EURO
34,9924
ALTIN
2.326,27
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Barışın son savaşı

PKK, 6-7 Ekim sokak eylemlerinde terör örgütü nitelendirmesine yaraşır biçimde davrandı. Devlet de devlet gibi… Bu yüzden 6-7 Ekim, barış sürecinin son çatışması olmaya aday

Barışın son savaşı

Kim olduğu bilinmeyen telekulaklar, yumuşak tonlu sesiyle çelişecek şekilde içinde kan, şiddet, silah kelimelerinin geçtiği cümleler kuran bir adamın, ‘reyting potansiyeli’ yüksek konuşmasını kaydediyorlardı. Türkiye’de iç savaş ihtimalinden söz eden bu adam, Selahattin Demirtaş’ın bir yıl önceki ABD ziyaretinin Kürt meselesine olası etkilerine de değinmişti. Sanki telefonda değil de bir televizyon programında konuşuyor gibiydi. Öyle ki Türkiye halkına ‘aptal’, ‘zavallı’ dediği kısımlar da olmasa bu tür hakaretleri ilm-i siyaset gereği ekranlarda dillendirmeden, terör analistliğini felaket tellallığıyla sentezleyerek konuşan medyadaki şakirtlerden pek bir farkı kalmayacaktı.
26 Ekim 2013 tarihli bu konuşmada iç savaş ihtimalinden söz eden kişi, Gülenistlerin Musevi lobisi ile ilişkilerini sağladığı ileri sürülen Süleyman Hamit Müftigil’di. Müfigil, “Bundan sonra tekrar silahlı, çatışmalı bir dönem başlıyor” diyordu muştularcasına. Ve devamında iç savaş senaryosu doğrultusunda kimlerin tasfiye olacağını da söylüyordu. Buna göre Öcalan ve Barzani gibi göreceli olarak Türkiye’ye yakın isimler bertaraf edilecek ve iç savaş isteyen şahin kesimler Kürt hareketini yönlendirmeye başlayacaktı.

TÜRKİYE’NİN DAYANIKLILIĞI ÖLÇÜLDÜ
Müftigil, hakiki istihbarat raporlarına göre mi konuşmuştu, karanlık güçlerin Türkiye üzerine oynadığı senaryolardan mı söz etmişti, yoksa temennilerini mi dile getirmişti bilinmez. Ama Demirtaş’ın geçen yılki ABD ziyaretinden sonra değil de 2014 Ekim’inde, Demirtaş yine bir ABD ziyaretinden döndükten sonra Türkiye’de bir iç savaş provası uygulamaya konuldu.
6-7 Ekim’de Türkiye’nin pek çok ili, HDP’nin ‘serhildan’ çağrısı ile sokaklara dökülenlerin provokatif şiddet eylemlerine ve Portekiz’in Nobelli yazarı Jose Saramago’nun Körlük adlı romanında tasvir edilen distopik yağmalama hadiselerine sahne oldu.
Sokaklara dökülmeye teşne iç mihraklar olmadan asla uygulamaya konulamayacak bu senaryoyu yazan dış mihraklar, Türkiye’nin sinir uçlarına dokunup dayanıklılığını ölçmüş oldular. Ve tıpkı daha önce hükümeti konvansiyonel, modern, postmodern herhangi bir darbeyle devirmenin kolay olmadığını anladıkları gibi bu ülkede iç savaş çıkarmanın o kadar kolay olmadığını da tecrübe ettiler.

TEZKEREYE KARŞI ÇIKILDI
HDP’nin sokağa çıkma çağrısının gerekçesi bile çelişkilerle doluydu. Çağrı, Türkiye’nin Kobani’ye duyarsız kaldığı savıyla yapılmıştı, ancak Kürt siyasi hareketi aynı Türkiye’nin sadece Kobani’ye değil, Suriye’de insanlık dramının yaşandığı diğer bölgelere de müdahalesine imkan veren tezkereyi işgal tezkeresi olarak lanse etmişti. Hatta Arap Baharı sürecinden sonra gizemli bir biçimde adeta buharlaşan İran PKK’sını, yani PJAK’ı yöneten en önemli isimlerden biri olan ve örgüt yönetimindeki İrancı kanadı temsil ettiği bilinen Cemil Bayık, tezkerenin çözüm sürecini bitirdiğini açıklayacak kadar ileri gitti. (Yeri gelmişken… PJAK’ın 2009 yılındaki operasyonlar sayesinde sırf İran ordusunun kudretiyle geriletilmediği, bir süreliğine İran’ı rahatsız etmeme kararı aldığı açıktır. Bu eylemsizlik nedeniyle İran destekli Esad rejimi de Kobani ve Afrin gibi kantonlarda Suriye PKK’sı PYD’ye ilişmemeye özen göstermiş, bir başka deyişle örgütün oradaki devletleşme stajına ‘ses etmemiştir.’ Nitekim IŞİD faktörü olmasaydı bu süreç sorunsuz biçimde yürüyordu.)
HDP, Bayık’ın çözüm sürecini bitirdiğini söylediği tezkereyi bahane edip kontrol edemeyeceği tabanını sokağa çağırdı, ortalık yakılıp yıkıldıktan sonra da yine çözüm sürecine sarıldı. Ama olan, giden canlara oldu. Eylemlerde çoğunluğu Kürt, toplam 35 kişi hayatını kaybetti. 130 kişi yaralandı, çok sayıda işyeri, kamu binası, banka, siyasi parti binası ve araç tahrip edildi.

HAFIZALARA KAZINAN LİNÇ
En acı ölümlerden biri, Diyarbakır’da kurban eti dağıtan 16 yaşındaki Yasin Börü’nün vahşice öldürülmesiydi. Börü ile birlikte olan Hasan Gökgöz, Hüseyin Dakak adlı gençler de öldürüldü. Gençler üçüncü kattan atıldılar. Börü’nün üzerinden arabayla geçildi, Dakak’ın başı taşla ezildi. Bu gençler, Le Bon’un kitle psikolojisi tezlerinin bile bilimsel olarak çözemeyeceği, yorum/analiz kaldırmayacak kadar insanlık dışı bir linçle öldürüldüler. Maktul Börü’nün babasının “Bir kurt, koyunu dahi o şekilde parçalamaz” deyişi 6-7 Ekim olaylarındaki vahşetin en hatırda kalacak cümlesi olarak hafızalara kazındı.
PKK, 6-7 Ekim’de örgüt çizgisi dışındaki dindar Kürtlere saldırarak muhafazakarların, Cumhuriyet sembollerine saldırarak da sekülerlerin desteğini kaybetti. Olayların HDP açısından siyasi faturası da budur.
Ama daha önemlisi bu olayların, yıllarca JİTEM’le kolkola olmakla suçlanan, geçmişte vahşi yöntemlerle cinayetler işlemiş Hizbullah bile silah bırakıp siyasete yönelmişken, ortalarda JİTEM diye bir örgüt de yokken, PKK’nın, şiddet üreten silahlı varlığının barışın önünü tıkadığını deneyimle göstermiş olmasıdır.
Gören gözler için 6-7 Ekim olaylarında büyük dersler saklı. Finlerin, Stalin’in Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov’dan hazzetmedikleri için molotof adını verdileri primitif bomba ile bunları yapan örgüt tabanı, gelişmiş silahları olsa -bu silahları kendi halkına karşı bile kullanmak da dahil- neler yapar sorusunu sormanın zamanı geldi de geçiyor. Bu, aynı zamanda silah taşıma ruhsatı bulunmayan PKK’nın, en azından Türkiye’de neden devlet kuramadığı, kuramayacağı sorusunun da cevabı olacak. Çünkü devlet olmanın yolu, ruhsatsız primitif silahları kullanma vandallığından değil, ruhsatlı gelişmiş silahları kullanmama iradesinden geçiyor.

DEMİRTAŞ’IN SİYASİ İFLASI
Kobani eylemleri, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın halkı sokağa çağırmasıyla başladı. Demirtaş bu eylemle siyasi kariyerine onulmaz bir darbe indirdi. 10 Nisan 1973 Elazığ Palu doğumlu Demirtaş, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Bir süre serbest avukatlık yaptı. 2006 yılında İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şube Başkanı oldu. Barış ve Demokrasi Partisi’nin 1 Şubat 2010’da yapılan olağanüstü kongresinde Gültan Kışanak ile birlikte başkanlık seçimlerini kazandı. Haziran 2011 seçimlerinde BDP’nin desteklediği bağımsız aday olarak Hakkâri milletvekili seçildi. 10 Ağustos’ta HDP’den Cumhurbaşkanı adayı oldu ve yüzde 9,76 oy aldı. Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt siyasetinin Batı’ya açılma taktiğinin güler yüzlü temsilcisi olmuştu. Son olaylardaki performansı ise siyasi karizmasını yerle yeksan etti.

Ferhat Ünlü – Sabah

YASAL UYARI: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Avrupa Türk Gazetesi'ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
ETİKETLER:
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.