avrupahollandaalmanyabelcikafransafetoakpchpmhpiyip
DOLAR
32,3865
EURO
35,0621
ALTIN
2.326,80
BIST
9.117,11
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Almanya’nın DİTİB ‘sorunu’

Alman medyasında iki hafta önce Diyanet İşleri Türk İslam Birliği mensubu imamların Türkiye adına casusluk yaptıklarına dair haberler yayımlandı.

Almanya’nın DİTİB ‘sorunu’

Alman medyasında son zamanlarda sıkça Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) hakkında haberlere rastlanır oldu. DİTİB etrafında dönen tartışmalar, yoğun gündem nedeniyle Türkiye’de yeterince dikkat çekmedi.

Alman medyasında iki hafta önce DİTİB mensubu imamların Türkiye adına casusluk yaptıklarına, Türkiye’nin Köln, Düsseldorf ve Münih konsolosluklarına gönderilmek üzere hazırlanmış üç farklı istihbarat raporunun ele geçirildiğine dair haberler yayımlandı. Habere göre, DİTİB camilerinde görev alan imamlar, cemaatleri içinde FETÖ mensubu olduğunu düşündükleri isimleri fişleyip Türk makamlarına bildirmekle itham ediliyorlar. Haberin büyük yankı bulmasında, yabancı bir ülkeye casusluk faaliyeti iddiasının yanı sıra, DİTİB’in Alman içişleri bakanlığı himayesinde ihdas edilen Alman İslam Forumu’nun parçası olması ve fişlendiği iddia edilen şahıslar arasında Türk asıllı Alman vatandaşlarının yer alması etkili oldu.

Alman iç istihbarat teşkilatı Verfassungsschutz’un (VS) 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Almanya’daki Müslüman cemaatleri resmen takibe almıştı. DİTİB ise Türkiye Cumhuriyeti ile irtibatı hasebiyle bu konuda bir istisna teşkil ediyordu. Eylül ayında bir DİTİB yayınında yer alan karikatürde şehadete övgü yapılması büyük bir ‘skandal’ olarak yorumlanmış, Kuzey Ren Vestfalya (KRV) adalet bakanlığı başta olmak üzere, DİTİB’e yönelik girişimlerde bulunulmuş, DİTİB’in cezaevlerinde görevlendirdiği din adamlarının VS tarafından soruşturmaya tabii tutulacağı bildirilmişti. Eyalet Başbakanı Hannelore Kraft DİTİB’in Türk devletine ‘yakınlığının’ araştırılması yönünde talimat vermişti.

DİTİB’e yönelik en sert ithamlar ise Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir ile Sol Parti Meclis Fraksiyonu Eş Başkanı Sahra Wagenknecht’ten geldi. Özdemir, birçok radikal Türk derneğinin Erdoğan’ın kontrolünde olduğunu iddia ederek bunları “Türk PEGIDA’sı” olarak isimlendirdi ve bunların arasından en çok DİTİB’e dikkat edilmesi gerektiğine işaret etti. Erdoğan’ı destekleyenlere, Alman sağ partilere layık görülen muamelenin yapılmasını talep eden Özdemir, DİTİB’in İslam din derslerini okullarda organize eden kuruluş olmasıyla, Erdoğan’ın ideolojisinin yayılmasının önünün açıldığını iddia etti. Wagenknecht ise casusluk faaliyeti yaptığı iddia edilen imamların sınır dışı edilmesini istedi.

Almanya’da DİTİB’e yönelik ilk ithamlar bunlar değil. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yoğunlaşsa da, daha önceleri de DİTİB’i hedef alan yayınlar yapılmaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin imamları tayin etmesi ve maaşlarını ödemesi yıllarca sorun teşkil etmezken son zamanlarda gazeteciler, “uzmanlar” ve gündem olması hasebiyle de siyasiler konuyu sıkça tartışmaya başladılar.

İslami ilimler uzmanı olarak takdim edilen Lübnan asıllı Ralph Ghadban da DİTİB’in rolünü tartışmaya açan isimlerden. DİTİB’in aşırı milliyetçi ve muhafazakâr bir “devlet İslamı” anlayışını benimsediğini, Almanya’da yaşayan Türklerin topluma uyum sağlamasına mâni olduğunu iddia etti. Buna delil olarak ise DİTİB’in Alman parlamentosunda kabul edilen sözde Ermeni soykırımı tasarısına  gösterdiği tepkiyi sundu. İddiasını bir adım daha öteye götüren Ghadban, DİTİB’in imamlarının (ne olduğunu izaha ihtiyaç duymadığı) “şeriat İslamını” vazettiğini söyledi. VS tarafından izlenen Millî Görüş Teşkilatı ile DİTİB arasında ilişki bulunduğunu da iddia eden Ghadban, bu “bağı” da yine diğer iddialarını destekler bir delil olarak sundu.

Bir başka Türkiye “uzmanı” olan Udo Steinbach da darbe girişiminden sonra Diyanet İşleri Başkanı’nın seçilmiş cumhurbaşkanının ve hükümetin yanında durmasından ötürü, ajanlık iddialarını gerçekçi bulduğunu söyledi. Erdoğan’ın nihai amacının “Almanya’da yaşayan Türkleri bölmek ve böylece uyum sağlamalarının önüne geçmek” olduğu da yine Steinbach’ın iddiaları arasında.

Tanınmış gazetecilerden Josef Hufelschulte ise DİTİB’in ajanlık faaliyetlerinde bulunduğu iddiasını ilk dile getirenlerden. Erdoğan adına ajanlık yaptığını iddiasıyla tutuklanan ve kısa süre sonra hakkında takipsizlik kararı verilerek beraat eden Taha Gergerlioğlu davasını ele aldığı yazısında, Hufelschulte Köln DİTİB camisinin istihbarat merkezi olduğunu iddia etti. Burada tespit edilen muhaliflere “Bozkurtlar” eliyle şiddet uygulandığı, ajanlık yapan gençlerin askerlik sürelerinin kısaltıldığı gibi tuhaf iddialar da aynı yazıda yer aldı. Hufelschulte bu tuhaf yazısında, NSA tarafından Hakan Fidan’ın telefonlarının dinlendiğini ve Fidan’ın Erdoğan’a Suriye’ye girmek için bir plan anlattığını, kaydın internette paylaşıldığını da iddia etti. Oysa bahsettiği kayıt, dışişleri bakanlığındaki bir toplantı esnasında Fidan ile Davutoğlu arasında geçen bir konuşmanın çarpıtılmış bir versiyonuydu ve yasadışı ortam dinlemesiyle elde edilmişti. Hufelschulte bununla da kalmayıp Almanya’da yaşayan Türk kökenli gençleri hedef göstererek ileride bankalarda, otellerde, mahalli idari birimlerde çalışacak bu gençlerin, MİT’in potansiyel bilgi kaynakları olacağını iddia etti.

Hufelschulte konuya bu kadar yabancı olsa da, aynı iddialı metinleri kaleme almaya ya da Türkiye hakkında yazan “uzman” dostlarına fısıldamaya devam ediyor. Focus’da Frank Nordhausen imzasıyla çıkan haberde, darbenin “Gülen Cemaati” mensuplarını kovuşturmak için bir oyun olduğu iddia edilmiş, kaynak olaraksa İngiliz istihbarat servisi GCHQ gösterilmişti. Oysa İngiltere’nin NSA’i olarak da bilinen GCHQ siber saldırılarla mücadele amacıyla kurulmuş bir teşkilat. Teşkilatın bu iddiayı destekler yönde resmi bir tek beyanı dahi olmasa da, Nordhausen’ın yazısında, hükümete yakın isimlerin telefon görüşmeleri, epostaları ve kısa mesajlarından bu bilgilere ulaşıldığı iddia edilmişti. Twitter’da kaynak göstermesi hususunda  gelen yoğun ısrarlar sonucunda Nordhausen, ilgili kısmın Hufelschulte tarafından eklendiğini itiraf etmişti.

DİTİB ise 15 Aralık’ta yayımladığı basın bülteninde, bu ithamların titiz ve şeffaf bir biçimde araştırılacağını beyan ederek, şahısların (eğer varsa) hatalarının tüm kurumu bağlamadığını açıkça belirtti. “Makamını istismar edenin neticelerine katlanacağını” belirten bu resmi açıklama da kurumu mesnetsiz ithamlara maruz kalmaktan kurtaramadı. Çünkü “mesele”, bazı görevlilerin yapıp ettiklerinden değil doğrudan siyasetten kaynaklanıyordu.

DİTİB’e yönelik bu ithamlarla kurumu kapatmaya yahut işlevsiz hale getirmeye çalışanlar olduğu gibi, akl-ı selim ile hareket etmeyi tavsiye edenler de var. CDU Milletvekili Cemile Giousouf her ne kadar iddiaların araştırılması gerektiğini belirtse de, DİTİB’in çok mühim bir vazife ifa ettiğine dikkat çekiyor. Giousouf’a göre DİTİB, 900’den fazla cami derneği ile Almanya’da gençleri radikal hareketlerden koruyor, siyasi iradenin Türk kökenlilerle ilgilenmediği bir dönemde, çalışmalarıyla (iddia edilenin aksine) entegrasyona yardımcı oluyor.

Radikal hareketlerden çokça zarar gören Alman kamuoyunun tam da DİTİB ve benzeri kurumlara ihtiyaç duyduğu bu günlerde, kurumun bu denli sert saldırılara uğraması dikkat çekicidir. Bu yapıların Avrupa’daki Türk nüfustan militan devşirmedeki başarısızlığında en büyük payın sahibi olan DİTİB’in işlevsiz bırakılmasının, Avrupa’ya ve burada yaşayan Türk toplumunun entegrasyonuna menfi etkileri olacağı açıktır.

Sorumsuzca yapılan açıklamalar, teyit edilmeden yayımlanan haberler, düzeltilmeyen yanlışlar, iki tarafın birbirini anlamasının önündeki en büyük engel olarak görülmektedir. Farklı iletişim kanallarının tesis edilmesi, sadece Alman siyasilerin değil Alman kamuoyunun da Türkiye ve Almanya’da yaşayan Türk toplumu ile doğru irtibat kurabilmesinin önünü açacaktır. Mevcut iletişim kanallarının ne yazık ki bu görevi ifa edemediği, bilakis ilişkilere zarar verdiği açıktır. DİTİB ve benzeri kurumları zayıflatmak değil, radikalizmle mücadele edebilmek için bilhassa güçlendirmek elzemdir. Umalım ki Almanya’da bunu idrak edip tedbir alan kurumlar, yapılar mevcuttur.

Akif Emirhan Akyel – Aachen

* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve editöryel politikamızı yansıtmayabilir.

Avrupa Türk Gazetesi © ÖZEL HABER

YASAL UYARI: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Avrupa Türk Gazetesi'ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.